4 Haziran 2018 Pazartesi

İnsanlığın Ürettiği Canlı

    Bilim insanları sonunda imkansızı da başardı! Doğada hiç bulunmayan bir yapay DNA ürettiler. Ve bu DNA yı bir bakteriye aktarmayı başardılar.
    
 DNA; canlı organizmaların hücrelerinde bulunan 4 temel baz olan adenin (A), timin (T), guanin (G), sitozin (C) bazlarını içeren, genetik kodu taşıyan nükleik asittir. Bu bazların dizilimi ile DNA çift sarmal yapıda bulunmaktadır. 
Yapay DNA İçeren Organizma Üretildi
Araştırmacılar, bu temel olan 4 baza ek olarak X ve Y olarak bilinen iki yeni baz elde ederek, mühendislik ürünü bir bakteri üretmişler ve DNA’sını kopyalayarak hayatta kalmasını sağlamışlardır.
    Bu konu bazı insanlara çekici gelmeyebilir ama insanların ürettiği canlıların insanlık adına çok faydası buluncak, mesela o canlıların DNA sı elimizde olduğu için biyolojik ilaçlar da yapılması muhtemel. 

23 Mayıs 2018 Çarşamba

Yapay Zeka


    Hepimizin bilmiş olduğu gibi yapay zekalar hayatımızın bir parçası. Aslında evimizdeki birçok teknolojik eşya yapay zeka kullanmakta.

Yapay zeka nedir ? 

    Yapay zeka insanoğlunun geliştirdiği ve kullandığı sistemdir. Yapay zeka denilince aklınıza hemen robotlar gelmesin. Robotlar haricinde de yapay zekalar bulunmakta. Size bunu açıklamak için şöyle sorayım : 'Oynadığınız oyunlarda yapay zeka ile yarıştınız mı?'. Bunun cevabı evet olacaktır zaten. Oynadığınız oyunlarda da Yapay zekanın türleri vardır, kolay, orta ve zor düzey diye. Yani buradan anlayacağınız o oyunu yapan kişi veya kişiler yapay zekayı istedikleri düzeyde kodluyorlar.
     Yapay zekayı anladığınızı umut ederek asıl konumuz olan robotlara geçelim.

     Herkes bilim kurgu filmi izlemiştir herhalde, bir çok bilim kurgu filmine konuk olan robotlar filmlerde insanların yerini almakta, dünyayı ele geçirmektedirler. 

yapay zeka ile ilgili görsel sonucu

Peki şuan böyle bir şey mümkün müdür?

      Sizi hayal kırıklığına uğratacağız, bu şu anlık mümkün değil .:) Çünkü en başta vermiş olduğum örnekte anlaşılacağı gibi, yapay zekayı insanlar yapmakta. Yani insanoğlu yapay zekayı nasıl kodlarsa o robotun kapasitesi o kadar olacaktır. O zaman yapay zekanın insan gibi olması mümkün değildir diyebilir miyiz ?
   
      Bunun cevabı hayır, çünkü gelecekte ne olacağını bilemiyoruz. Ama benim düşüncelerim olabileceği yönde. Bunu şu örnekle anlatabilirim : Turing tezinde üç odanın bulunduğu ortamda bir deney yapılmaktadır. A odasında sorgulamayı yapacak insan, B odasında bilgisayar, C odasında ise insan bulunmaktadır. Deneyin amacı A odasında olan kişinin, bilgisayarı insandan ayırt etmesidir eğer bilgisayar insanı kandırmayı başarırsa yapay zekanın en az insan kadar akıllı olduğu ispat edilecektir.

Yapay Zeka Örneği : 

 Apple Siri
siri ile ilgili görsel sonucu
 Yapay zeka olarak daha iyi bir örnek veremezdik... Siri ile konuşunca bize cevap verebiliyor, ne kadar da eğlenceli değil mi :) 
  Yapay zeka deyince benim aklıma ilk gelen Siri oldu. Söylediklerinizi anlayıp yanıt verebilen bir yapay zeka...



17 Mayıs 2018 Perşembe

51. Bölge Neresidir ? Hakkındaki Söylentiler

51. Bölge (Area 51)
  İnternette az biraz takılan biri iseniz, mutlaka 51. Bölge kulağınıza takılmıştır. Peki bu '51. Bölge' neresidir? Ne gibi işler yapmaktadır?
   
51 bölge ile ilgili görsel sonucu
  Birçoğunuzun da bildiği gibi devletler tarafından yapılan bazı deneyle  halka sunulmamaktadır. Bunun sebebi bence halkın buna hazır olmayışıdır. Peki 51. Bölge nasıl bir arazide kuruludur ?
    51. Bölge, Las Vegas’ın 153 km. kuzeyinde olup Nevada test sahası ve Nellis Hava Kuvvetleri sahası ile çevrelenmiştir. İçinde bulunduğu arazi 76 km karedir. Çekilen fotoğraflarında yalnızca birkaç hangar ve çeşitli küçük yapılardan oluştuğu görülse de, yer altında büyük bir yapısı vardır. İlk başta yer üstünde olan bu bölge, daha sonra halkın ilgisi sebebiyle yer altına taşınmıştır. Yer altına taşınması halkı daha bir cezbetmiş ve ilgisini arttırmıştır.
   51. Bölge, bilinen en güçlü askeri üs olmasına karşın, yetkililer burasının varlığını hiçbir zaman kabul etmedi. Soğuk savaş yıllarında komploların yürütüldüğü bu bölge, günümüzde uzay ve uzaylılarla ilgili çalışmaların yürütüldüğü bölge olarak düşünülmektedir.
      Tabii ki bu düşünceler yoktan var olmadı. Sızdırıldığı düşünülen bazı bilgiler ve kayıtlar; gizli yeraltı tünelleri buranın sıradan bir askeri üs olmadığını kanıtlar nitelikteydi
      Ayrıca buraya 50km den fazla yaklaşırsanız , 51. Bölgenin araçları tarafından takip edilirsiniz. Daha da fazla yaklaşırsanız , sizi vurma riski vardır.

Peki burada ne yapılıyor ?

15 Mayıs 2018 Salı

Uzay Hakkında Doğru Bilinen Yanlışlar

Hollywood’u ciddiye almamanız gerektiğini hatırlatan sözde gerçekleri inceliyoruz.
1. Uzayda Patlarız
Birçok çizgi filmde denk gelmişsinizdir. Çizgi film karakterleri eğer kıyafetsiz uzaya çıkarsalar patlarlar.Uzaya korunmasız çıkmak elbette sizi öldürür ancak ani bir şekilde ve böyle vahşice değil. Bir insan uzayda herhangi bir kalıcı hasar almadan bir buçuk dakika dayanabilir. Çok zevkli olmayacaktır elbet ancak garanti veriyoruz ki patlamayacaksınız. Muhtemelen oksijen yetersizliğinden öleceksiniz. Bu konu hakkında bu gerçeği bilen tek film “2001: A Space Odyssey”dir.
2. Dünyanın ikizi Venüs
Birçok kitapta veya makalelerde Venüs'ün 'Dünyanın İkizi' olarak geçtiğini görmüşsünüzdür. Aslında boyut olarak benzeseler de diğer hiçbir özellikleri benzemez

3. Güneş bir tür ateştopudur
Güneş aslında yanmamakta, parlamakta. Bu fark ortalama bir insan için önemsiz olabilir ancak Güneş’in ürettiği ısı yanmasıyla değil nükleer bir reaksiyon sonucu oluşmakta.
4. Güneş sarıdır
Eğer herhangi birinden bir kağıda Güneş çizmesini isterseniz hemen sarı rengi eline alır. Bu da herkese normal gelir. Bu sarı rengi hepimiz küçükken çizdiğimiz garip ev resimlerinin köşesine gülümseyen bir güneş çizmekte kullanmıştık. Kanıtlamak gerekirse de dışarı çıkıp parlayan güneşi gösteririz, sarı gibi gözükür çünkü.
Mesele şu ki biz Güneş’i atmosferimiz yüzünden sarı renkte görürüz. Eğer NASA’nın çektiği fotoğrafları incelediyseniz Güneş’in rengi orada da sarıdır, haklısınız ancak bu fotoğraflar gerçek fotoğrafların daha anlaşılabilir olması amacıyla oynanmış halidir. Güneş’in asıl rengi beyazdır. Eğer bir astronot ile ya da uzaya çıkmış biriyle karşılaşırsanız bunu sorabilirsiniz. Ancak bu pek olası değil gibi.
Yine de Güneş’in asıl rengini bilmemiz için uzaya çıkmamıza ya da bir astronotla konuşmamıza gerek yok. Bunu Güneş’in sıcaklığına bakarak da anlayabiliriz. Soğuk yıldızlar kahverengi ya da siyah renktedir sıcaklıkları arttıkça yoğunlukları da artar. Birkaç bin kelvinlik bir cismin yüzeyi kırmızı olacaktır. 10000 kelvinden yüksek sıcaklıklardaki yıldızlar mavidir. 6000 kelvinlik sıcaklığıyla Güneş’in ortada bir yerde olduğunu biliyoruz bu da güneşin beyaz renkte olmasına neden oluyor.
5. Yazları Dünya Güneş’e daha yakındır
Bir bakıma mantıklı gözüküyor. Gezegenimiz onu sıcak yapan şeye yaklaştığında onu daha da sıcak yapıyor. Ancak bu fikir mevsimlerin oluşum yönteminin yanlış anlaşılmasından dolayı ortaya çıkmış. Bu konunun Güneş’e yakınlık ya da uzaklıkla alakası yok, yörünge eksenimizle alakası var. Dünya’nın ekseni aslında bir tarafa doğru eğiktir. Bir yarımkürede eksen Güneş’e doğru ise o yarımkürede yaz yaşanmaktadır.
Şu bir gerçek ki Dünya belli dönemlerde Güneş’e yaklaşıp uzaklaşabiliyor. Çoğu gezegen gibi Dünya’mız da eliptik bir yörüngeye sahip. Güneş ile Dünya arasındaki mesafe yaklaşık 93 milyon mildir (150 milyon km).Günberilerde (Dünya’nın Güneş’e en yakın olduğu dönem) bu 91.4 (147 milyon km) milyona kadar düşmektedir ve günötelerde (Dünya’nın Güneş’e en uzak olduğu dönem) 94.5 milyon mile (152 milyon km) kadar çıkabilmektedir. Gördüğünüz gibi yıl boyunca Güneş ve Dünya arasındaki uzaklık 3 milyon mil kadar değişmektedir (5 milyon km).
6. Ay’ın karanlık tarafı vardır
Yine çokça kullanılan bir cümle. Ay’ın sürekli karanlık altında bulunan bir yeri yoktur. Ay’ın bir sürekli bir tarafının bize doğru baktığı doğrudur ancak uydumuzun her yanı belirli bir süre Güneş ışınlarına maruz kalmaktadır.
7. Uzayda Ses
Filmlerin çoğu bu gerçeği göz ardı ediyor. Öyle görünüyor ki seyirciler uzayda dramatik bir ölüm olduğunda ya da patlamalarda sesleri duymak istiyorlar ancak uzayda atmosfer olmadığından sesin yayılabileceği bir alan da yoktur. Yine “2001: A Space Odyssey” filmi bunu doğru bir şekilde işlemiş. Bu size evrende bizim gezegenimiz dışında ses olmadığı fikrini vermesin. Atmosferi olan bir yere giderseniz orada da ses olacaktır ama bu bizim alışık olduğumuz seslerden daha tuhaf olabilir. Mesela Mars’ta ses daha tiz duyulacaktır.
8. Asteroid bölgesinin içinde seyahat edemezsiniz
Rocky_Ring_of_Debris_Around_Vega
Bunu Star Wars filmlerinden hatırlıyoruz. Han Solo uzay gemisini hayatta kalma olasılığı olmamasına rağmen asteroid bölgesinin içinde başarıyla geçirirerek ne kadar iyi bir pilot olduğunu bize göstermişti. Aslında bu gerçek hayatta da yapılabilir. Tabi bir uzay geminiz varsa.
Filmlerde gördüğümüz genel hatalardan biri de uzayın büyüklüğü. Aslında bu film yapımcılarının hatası değil. Eğer uzayı olduğu gibi gösterselerdi her tarafta gezegen vs. anlamına gelen küçük noktalar olurdu. Burda anlatılmak istenen uzayın ne kadar büyük olduğu. Gerçekten ama gerçekten çok büyük. Eğer trilyonlarca astereoitten oluşan bir bölge olsaydı uzayda bu bölgeye rastlamanız için evrendeki en şanssız canlı olmanız gerekirdi. İmkansız değil ancak olasılık çok çok düşük.
Kendi solar sistemimizdeki asteroit bölgesine bakalım. İçinde milyonlarca cisim barındırmakta. Varlığından bahsedilmeye gerek duyulmayan küçük parçaları da hesaba katarsak bu sayı katlanacaktır. Asteroit bölgelerindeki asteroitler arasındaki mesafenin binlerce kilometre olması nedeniyle içine giren bir geminin bir cisme çarpma olasılığı çok çok düşüktür. Dünya olarak şimdiye kadar asteroit bölgelerinin içine 11 adet sonda göndermemize rağmen herhangi bir kaza yaşanmadı.

asdasd


Kaynak : google4b2998934cfb8625.html www.calismaprensibi.com

14 Mayıs 2018 Pazartesi

Çin Seddi Uzaydan Görülebilir mi ? -Can the Great Wall of China be seen from space ?



Çin Seddi ve Mısırda bulunan piramitler, pek çokları tarafından halen gizemli yapıtlar olarak kabul edilmekte. Hatta ve hatta, bu yapıların insanlar tarafından değil de, başka mistik güçler tarafından inşaa edildiğine inanılır. 
Bu nedenledir ki, bu yapılar üzerine pek çok asılsız iddia ortaya atılır.
Bu iddialardan belki de en çok dillerde dolananı da, Çin Seddi’nin ve piramitlerin, uzaydan çıplak gözle görülebilen tek insan yapımı cisimler olduğudur.
Ortaya Atılan Mitler ve Nedenleri


Ortaya Atılan Mitler ve Nedenleri
''Çin Seddi, uzaydan çıplak gözle görülebilen insan yapımı tek yapıttır'' ve ''Piramitler, uzaydan kolaylıkla görülebilir ve ayırt edilebilir.''
Pek çoğumuzun kulağına defalarca çalınmıştır bu asılsız iddialar. Bu iddialara inanmamızın sebebi ise insan olarak gizemli ve esrarengiz gelen şeylere, içgüdüsel olarak beslediğimiz dayanılmaz meraktır. Yakın zamana kadar pek çok bilgi kaynağında halen özellikle Çin Seddi’nin, uzaydan görülebildiği yazmakta ve insanlar da bu bilgiyi olduğu gibi kabul etmekteydi.





İnsan Yapımı Hiçbir Yapıt..
Tüm bu iddialara rağmen gerçek şudur ki, insan yapımı hiçbir yapıt, ne Ay’dan ne de Dünya’nın çevresinde dolanmakta olan uzay araçlarından çıplak gözle görülebilmektedir.
Sadece ender rastlanan bazı koşullar altında bazı yapıtlar, uzayda dolanan uzay araçları tarafından belli belirsiz görülebilmektedir. Bunun da en önemli koşulu, bu cismin bulunduğu araziden renk olarak tamamen ayrılmasıdır. Fakat Ay’da bulunan bir insanın, Dünya üzerindeki herhangi bir cismi çıplak gözle görmesi tamamen imkansızdır.
Peki, Uzaydan Bakanlar Dünya Üzerinde Neyi Görebilir?


Peki, Uzaydan Bakanlar Dünya Üzerinde Neyi Görebilir?
Bilimsel bir gerçek var ki, Uzaydan Dünya'ya baktığınızda çıplak gözle görebileceğiniz şeyler karalar, denizler, bulutlar, iklimsel olaylar ve benzeridir. Bunun yanında eğer ki Dünya’da gece yaşanan bir tarafa bakıyorsanız, büyük şehirlerin ışıklarını da görmeniz mümkün. Ancak insan yapımı hiçbir yapıt, uzaydan görülecek kadar devasa değildir.
Kısacası, hiçbir insan, binlerce kilometre uzaktan baktığında, bir cismi ayırt edecek kadar yüksek çözünürlükte gözlere sahip değildir.





İnsan Gözü Kontrasta (Zıtlık) Dayalı Çalışır
Ay’a ilk ayak basan insan olan Neil Armstrong, kendisine yöneltilen, Çin Seddi’nin uzaydan görülüp görülmediğine dair soruya, ‘’Kıtaları, okyanusları ve mavilikler üzerine serpilmiş beyaz lekeleri görebiliyordum. Ancak Ay’da bulunduğum süre içerisinde Dünya üzerinde, insan yapımı olan yapıtlardan hiçbirini göremedim’’ diye cevap vermiştir.

''Çin Seddi'ni Bir Kez Bile Görmedim.''



''Çin Seddi'ni Bir Kez Bile Görmedim.''
1990’lı yıllarda Dünya yörüngesinde dönen bir uzay aracında görev yapmış olan NASA astronotu Jeffrey Hoffman ise kendisine yöneltilen sorulara şöyle cevap veriyor: ‘’Uzayda çok uzun zaman geçirdim ve bu süre içinde Dünya’ya pek çok kez bakma fırsatım oldu. Hatta Çin’in üzerinden geçerken ayrı bir dikkatle inceledim fakat Çin Seddi’ni bir defa dahi görmedim. Burada olay şu ki, gözlerimiz kontrasta, yani renklerin zıtlığına duyarlıdır. Çin Seddi’nin rengi ise, bulunduğu araziden çok farklı değil.’’

Bir Diğer İddia: Piramitler Uzaydan Görülebilir



Bir Diğer İddia: Piramitler Uzaydan Görülebilir
Çin Seddi kadar olmasa da, pek çok insan piramitlerin de uzaydan görülebildiğine inanır fakat tıpkı duvarın görülmediği sebeplerden ötürü piramitler de çıplak gözle görülemezler. Dünya yörüngesinde görev almış bazı astronotlar ara ara da olsa bu devasa yapıların, ender rastlanan koşullar altında seçilebilir olduğunu belirtmişlerdir. Bunun nedeni ise piramitler, devasa büyüklükte yapılar olduklarından Güneş’in bulunduğu konuma göre oluşturdukları gölgenin, renk farklılıkları nedeni ile bir miktar da olsa ayırt edilebilir olmasıdır.

Uzaydaki İnsanlar Dünya Üzerinde Neyi Görürler?



Uzaydaki İnsanlar Dünya Üzerinde Neyi Görürler?
Tıpkı piramitlerde olduğu gibi, tamamen yeşillerle kaplı bir arazi üzerine yapılmış çok fazla zıtlıktaki yapılar da, kontrasttan dolayı uzaydan görülebilmektedir. Buradaki ince çizgi, bu yapıların çok büyük olmaları değil, bulundukları çevreye göre ekstrem derecede olan renk farklılıklarının insan gözü tarafından ayırt edilebilecek derecede olmasıdır. 
Kısacası uzayda bulunan insanlar yapıları değil, renk farklılığını yaratan gölgelerini görebilmektedir.





Peki, Bu İddialar Neden Sıklıkla Dile Getiriliyor?
www.china-blog.eu
Çin Seddi, bizim tarih kitaplarımızda dahi oldukça fazla yer alan bir yapıdır. Bu durumun çok ötesinde, Çinlilere göre de kutsal ve gizemli bir yapı olarak kabul edilir. İnsanlar tarafından inşaa edilmediğine, uzaylılar tarafından bir anda orada oluşturulduğuna inanan çok sayıda Çinli vardır. Yani bu yapı, birçok Çinli için gurur kaynağıdır. Duvar, onlara göre, bir anda ve mucizevi bir biçimde belirivermiştir.
Çin’in uzaya araç göndermeye başladığı dönemde başarılı olan ilk aracında bulunan astronom Yang Liwei, uzaydan döndüğünde duvarı uzaydan ayırt edemediğini söylediğinde Çin halkı büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştır.

Uzaydan Hiçbir İnsan Yapımı Cisim Görülmez!



Uzaydan Hiçbir İnsan Yapımı Cisim Görülmez!
Duvarın, Çin gibi büyük bir nüfusa sahip olan ülkede pek çokları tarafından uzaydan görülebildiği kabul edildiği içindir ki, bu inanışta halen ısrarla dillendirilmektedir.
Fakat, anlatıldığı gibi ne Çin Seddi,  ne piramitler de ne de herhangi bir insan yapıtı, Ay’dan ya da uzaydan çıplak gözle görülememektedir.  

Kaynak : www.onedio.com

7 Mayıs 2018 Pazartesi

Uzayda Bulunmuş En Tuhaf 4 Şey !

1. Kaynar Buz Gezegeni (Gliese 436 b)



Kaynar Buz Gezegeni (Gliese 436 b)
2004 yılında Dr.Paul Butler ve Geoffrey Marcy'nin başlarında bulundukları bir araştırma grubu tarafından keşfedilmiştir. Yüzey sıcaklığı 400 °C'den fazla olmasına rağmen, yer çekiminin çok kuvvetli olması çok büyük bir basınç yaratmaktadır. Bu basınç su buharının yüzeyde katılaşıp sıcak buz kütlesine dönüşmesine sebep olmaktadır. Bu sayede gezegenin yüzeyinde 400 °C'de kaynar buz kütleleri bulunmaktadır.

2. Karanlık Gezegen (Tres 2b)


Karanlık Gezegen (Tres 2b)
TrES-2b bir güneş dışı gezegen olup güneş sistemimizden 750 ışık yılı uzakta bulunmaktadır. Bu gezegen 21 Ağustos 2006'da Kepler Uzay Aracı tarafından tespit edilmiştir. 2011 yılında bilinen en karanlık gezegen kabul edilmiştir. Bunun sebebi üzerine çarpan ışınların sadece %1 ini yansıtıp geri kalanını soğurmasıdır. Etrafında ışık kaynakları olmasına rağmen yüzeyi neredeyse zifiri karanlıktır.

3. Bilinen en büyük su kütlesi


Bilinen en büyük su kütlesi
Dünya'dan 12 ışık yılı uzakta olan su kütlesi 2011 yılında NASA'daki araştırmacılar tarafından keşfedildi.  Yapılan hesaplamalara göre; Dünya'nın bütün okyanuslarında bulunan toplam suyun 140 trilyon katı kadar su bulunduruyor. Buhar halindeki su kütlesini, kuasar olarak adlandırılan ve ortasında, büyük bir kara delik bulunan gök cismini sarıyor. Keşfi yapan ekiplerden birinin başkanı olan Bradford; yaptıkları bu keşfin, sanılanın aksine suyun evrende oldukça yaygın olduğunu ve hatta evrenin en erken zamanlarından beri var olduğunu gösterdiğini söyledi

4. Dev alkol bulutları

Dev alkol bulutları
Adeta halka açık bir bar olan  'Sagittarius B' 2001 yılında keşfedildi. Yıldızlar arasında gaz ve toz bulutu olarak bulunan Sagittarius B milyarlarca litre alkol bulundurmaktadır.  Keşfi yapan ekipten Barry Turner, Sagittarius'ta buldukları alkolün oldukça önemli olduğunu, uzayda serbest halde bulunan karmaşık organik yapısının incelenmesinin birçok bilimsel araştırmaya faydalı olacağını söylüyor. Dev alkol bulutlarının tek kötü yanı Dünya'ya oldukça uzak olması, yaklaşık 26 bin ışık yılı kadar.



Yardımcı Kaynak : www.onedio.com


7 Nisan 2018 Cumartesi

Uzay Neden Karanlıktır ?

Uzay Neden Karanlıktır?


Geceleri gökyüzünün karanlık olması ilk bakışta güneş ışığının Dünya’nın karanlıkta kalan kısmına ulaşamamasına bağlanabilir. Ancak durum aslında çok daha karmaşıktır. Geceleri gökyüzünün neden karanlık olduğu yüzyıllarca bilim insanlarının kafasını meşgul etmiş bir soru ve cevaplanması ancak geçen yüzyılda yaşanan bilimsel gelişmelerden sonra mümkün oldu. Öncelikle Olbers paradoksu olarak adlandırılan bu durumun nereden kaynaklandığına bir göz atalım. Daha sonra da paradoksun nasıl çözüldüğünü görelim.
Gözlemler uzayın büyük ölçekteki yapısının izotropik olduğunu gösterir. Başka bir deyişle gökyüzünde hangi yöne bakarsanız bakın homojen bir dağılım görürsünüz. Eşit alanların içinde hemen hemen aynı sayıda gökada, yıldız vs. vardır. Öyle ki hangi yöne bakarsanız bakın, gözünüze o yöndeki bir yıldızdan ışık gelir. Daha uzak olan yıldızlardan gelen ışık miktarı tabii ki daha az olacaktır ancak daha uzak mesafelerdeki yıldızların sayısı daha çoktur. Dünya’yı uzayda bir nokta olarak düşünecek olursak, Dünya’ya eşit uzaklıkta olan noktalar bir kürenin yüzeyinde bulunacaktır. Kürenin yüzey alanı, yarıçapının karesiyle orantılı olduğu için -uzaydaki madde dağılımının homojenliğini de hesaba katarak- Dünya’ya olan mesafe iki katına çıktığı zaman o uzaklıktaki yıldızların sayısı dört katına çıkacaktır. Ancak yıldızlardan ulaşan ışığın miktarıysa aradaki uzaklığın karesiyle ters orantılıdır. Dolayısıyla Dünya’ya farklı uzaklıklardan ulaşan ışık miktarı aynı olmalıdır. Ancak geçmişte evrenin sonsuz olduğu düşünülüyordu ve bu bir paradoksa yol açıyordu: Herhangi bir uzaklıktaki yıldızlardan aynı miktarda ışık Dünya’ya ulaşıyorsa ve evren sonsuzsa gökyüzü geceleri de parlak olmalıydı.
Olbers paradoksu üzerinde yorum yapanlardan biri de ABD’li edebiyatçı Edgar Allan Poe’ydu. Poe, geceleri gökyüzünün karanlık olmasının nedeninin, evrenin sadece bir kısmının gözlemlenebilmesi olduğunu öne sürdü. Eğer ışık uzayda sonlu bir hızla yol alıyorsa ve evrenin yaşı da sonluysa -uzay sonsuz olsa bile- ancak belirli bir hacmin içindeki yıldızlardan gelen ışığın Dünya’ya ulaşması mümkündür. Poe’ya göre bu hacmin içindeki yıldızların yoğunluğu geceleri de gökyüzünün aydınlık olması için yeterli değildi. Bu düşünce doğrudur, ancak Olbers paradoksunun çözümü için tek başına yeterli değildir.
Büyük Patlama’nın varlığı yeni bir paradoks doğmasına yol açar. Büyük Patlama’dan kısa süre sonra tüm evren çok sıcaktı ve ışıkla doluydu. Öyle ki uzaydaki her nokta yıldızların yüzeyi kadar parlaktı. Bu durumda bugün uzayda herhangi bir yöne baktığımız zaman Büyük Patlama’dan arta kalan ışığı görmemiz gerekmez mi? Bu paradoksun çözümü ise evrenin genişlemekte olduğu gerçeğinde yatar. Esasen uzayda her yönde Büyük Patlama’dan arta kalan ışık vardır. Ancak evrenin genişlemesi sebebiyle, kozmik mikrodalga artalan ışıması olarak adlandırılan bu ışığın dalga boyu uzamıştır. İnsan gözü, ışık tayfının mikrodalga kısmında kalan artalan ışımasını algılayamaz.
Özetle geceleri gökyüzünün karanlık olmasının en önemli nedenleri, evrenin genişlemekte olması ve yaşının sonlu olmasıdır. 


Kaynak : www.bilimgenc.tubitak.gov.tr

2 Nisan 2018 Pazartesi

Elmas Gezegenler

elmas5Topkapı Sarayı’ndaki Kaşıkçı Elması dünyanın en değerli elmasları arasında yer alıyor, ancak Evren’de büyük ölçüde elmastan veya kirli elmas tozundan oluşan dev gezegenler var. Bunlardan biri de Dünya’dan 40 ışık yılı, yani 370 trilyon kilometre uzakta yer alan 55 Cancri e.
55 Cancri e 2012 yılında Amerikalı ve Fransız astronomlar tarafından keşfedildi. Dünya’dan iki kat büyük olan gezegen aynı zamanda sekiz kat kütleli. Bu kadar dar çapta bu kadar büyük kütleye sahip olmasının bir sebebi de yüksek oranda elmastan oluşması.
Silikat tabanlı kayalık bir gezegen olan Dünyamızın tersine, 55 Cancri e büyük ölçüde karbon ve elmas tozu içeriyor. Dünya’daki en yoğun minerallerden biri olan elmas karbon gezegenlerin kütlesini artırıyor. Nitekim bu gezegende elmas demir kadar bol ve çelik kadar ucuz olabilir.
Ancak, yüzeyinde bir damla bile su içermeyen ve tümüyle grafit tozuyla kaplı olan bu kurak gezegenler hiç de hayata elverişli değil. Üstelik karbon gezegenler kayalık dünyalardan yaygınsa Evren’de hayat sandığımızdan nadir olmalı. Bu yüzden astrofizikçiler merakla soruyor:


121206-exoplanets-many-habitable-worlds-hmed-455p.grid-6x2HANGİSİ DAHA FAZLA?

Yengeç Takımyıldızı’nda bulunan 55 Cancri e, Güneş benzeri bir yıldızın çevresinde dönüyor. Yıldızına çok yakın olan bu gezegenin yüzeyi demiri eritecek kadar sıcak (1648 derece). Üstelik yakınlığı nedeniyle güneş çevresinde bir turunu 18 saatte tamamlıyor.
55 Cancri e Güneş Sistemi’nden çok daha yüksek oranda karbon atomu içeren bir yıldız sisteminde oluştu. Bu nedenle de yüzeyi kalın bir karbon tabakasıyla, daha doğrusu karbonun doğal formu olan grafitle kaplı.
Gezegen kabuğunun yüzlerce kilometre altında yer alan manto tabakası ise kayadan değil, büyük ölçüde kirli elmastan oluşuyor. Astrofizikçiler 55 Cancri yıldızının karbon oksijen oranını ölçerek 55 Cancri e gezegeninin dev bir elmas topu olduğunu düşündü ama yanıldılar.


elmas2ELMAS TOPU YOK, ELMAS TOZU VAR

Son araştırmalar 55 Cancri yıldızının tahminlerden daha az karbon içerdiğini gösterdi. Bu yüzden sıra dışı gezegenin dev bir elmas topu olmadığı anlaşıldı, ama bu dünya iç katmanlarında büyük oranda kirli elmas tozu içeriyor.Arizona Üniversitesi’nden Johanna Teske konuyu şöyle açıklıyor:
“Karbon gezegenler Güneş’ten iki kat fazla karbon ve oksijen içeren yıldızların etrafında oluşuyor. Çünkü bir güneş sistemindeki bütün gezegenler ana yıldızla aynı gaz ve toz bulutundan meydana geliyor. Dolayısıyla bunların kimyasal bileşimi birbirine benziyor.”
“Ancak karbon dünyalar aynı zamanda kurak dünyalar: Bu gezegenlerde oksijen atomları hidrojenden önce karbon atomlarıyla birleşiyor. Bu yüzden de hiç su oluşmuyor. Oysa su hayatın varlığı için şart. Son yaptığımız ölçümlerde 55 Cancri yıldızının daha az elmas içerdiğini gördük, ama 55 Cancri e’nin grafit tozuyla kaplı kurak ve ölü bir gezegen olduğunu düşünüyoruz. Bunda bir değişiklik yok”


elmas1HİÇ Mİ SU YOK?

Karbon oranı yüksek yıldızlarda su molekülleri ancak güneş sisteminin kenarındaki soğuk dünyalarda ya da donmuş asteroitler ve kuyrukluyıldızlarda oluşuyor. Güneşe Dünya kadar yakın karbon gezegenlerde su bulunmuyor.
California Pasadena’daki NASA Jet İtki Laboratuarı’ndan Torrence Johnson, “Okyanuslarımızı oluşturan yapıtaşları buzlu asteroitler ve kuyrukluyıldızlardı” diyor. “Bu yapıtaşlarının izini sürdüğümüzde karbon zengini yıldızların çevresindeki gezegenlerin kurak olduğunu görüyoruz.”
Cornell Üniversitesi’nden Jonathan Lunine de meslektaşının söylediklerini destekliyor. “Hayatın temeli olan karbon elementinin, büyük miktarlar söz konusu olduğunda, yine hayatı mümkün kılan su moleküllerini meydana getiren oksijeni hapsetmesi ironik bir durum”


elmas9AZI KARAR, ÇOĞU ZARAR

Astrofizikçiler ve biyologlar Evren’de Dünya’daki gibi karbon tabanlı hayatın yanı sıra silikon tabanlı canlılar da olabileceğini düşünüyor.
Gerçi silikon atomları karbon atomları kadar çok sayıda atoma bağlanmıyor. Bu nedenle, Evren’de silikon tabanlı canlı türlerinin karbon tabanlı canlılardan çok daha az sayıda olduğu düşünülüyor. Ancak, Evren’de yaygın olabileceğini düşündüğümüz bütün canlıların sıvı suya ihtiyacı var ve elmas dünyalarda su bulunmuyor.


Bu da uzaydaki hayat arayışına ilişkin denklemi beklenmedik bir şekilde değiştiriyor: Bugüne kadar astrofizikçiler bilinen anlamda hayatın kayalık gezegenlerde, Jüpiter’in Europa uydusu gibi buzlu dünyalarda ve başka yıldız sistemlerindeki su dünyalarında geliştiğini düşünüyordu.
Dolayısıyla kalın bir atmosferle kaplı olan gaz devleri dışındaki tüm gezegenlerin Dünya’ya benzeyen kayalık gökcisimleri, yani kabuğu ve mantosu ağırlıklı olarak silikattan oluşan ötegezegenler olduğu varsayılıyordu.


gmpv_home_4.png__498x291_q85_crop_subsampling-2_upscaleELMAS FAKTÖRÜ

2012’de keşfedilen 55 Cancri e gezegeni bu hesabı değiştirdi: Karbon bakımından zengin güneş sistemlerinde su bulunmuyor ve bu aynı zamanda kayalık gezegenlerin oluşmasını önlüyordu. Örneğin, Dünya’daki kıtalar büyük ölçüde granitten meydana geliyor ve granitin oluşması için su şart. Nasıl derseniz:
Granit yeryüzünün derinliklerinden gelen magmanın okyanus suyuyla temas etmesi sonucunda oluşuyor. Okyanus kabuğunu meydana getiren bazalt katmanından daha hafif olan granit kıtalar, bir anlamda bazaltın üstünde yüzerek su seviyesinin üzerine çıkıyor ve Dünya’daki karaları oluşturuyor.


image_1784e-Kepler-ExoplanetsHAYAT DÜŞMANI

Elmas dünyalarda su olmadığı için bunların yüzeyinde granit ve kıtaların oluşması mümkün değil. Öyle ki bu gezegenlere sonradan su getirseydik bile gezegen kabuğu suyun altında kalırdı. Nedenine gelince:
Karbon dünyalar genellikle Dünya’dan daha kütleli olduğu için bu gezegenlerde yerçekimi Dünyamızdan güçlü ve gezegenin kabuğu kendi ağırlığı altında çöküyor. Sonuç olarak karbon gezegenlerde suyun dışında kalacak kadar yüksek dağlar oluşmuyor (sadece alçak tepeler var).


elmas6Ayrıca karbon dünyaların iç katmanlarında sıcak ve akışkan bir manto tabakası bulunmadığından, depremlerle yanardağ püskürmelerine yol açarak canlıların evrimini hızlandıran tektonik plaka hareketleri de görülmüyor. Kısacası Dünya’da zenginlik kaynağı olan elmas o gezegenlerde hayatın doğmasını önlüyor.
Fransa Toulose Astrofizik ve Gezegenbilim Araştırma Enstitüsü’nden Olivier Mousis, 55 Cancri e’nin Dünya kütlesinin üç katı büyüklüğünde elmas tozu içerdiğini söylüyor.


extra_solar_planetKARBON DÜNYALAR UZAYDA NE KADAR YAYGIN?

Astrofizikçi Madhusudhan karbon dünyaların Evren’de sanılandan çok daha yaygın olduğunu söylüyor:
“İlk kez kimyasal yapısı Dünya’dan tümüyle farklı olan bir kayalık gezegen gördük. Karbon bakımından zengin gezegenler keşfedilmiş olması ötegezegenlerin kimyasal bileşenler, içyapı, atmosfer ve biyoloji açısından Dünya’dan çok daha farklı olabileceğini gösteriyor.”


elmas7Yale Üniversitesi Doktora Adayı John Moriarty’nin söylediği gibi bu durum aslında uzayda Dünya benzeri hayat olma ihtimalini azaltıyor.
“Sonuçta Güneş gibi sarı cüce yıldızların çevresindeki kayalık gezegenlerin Dünya’ya benzediğini düşünüyorduk. Oysa bu gezegenlerin büyük kısmı hayat barındırmayan elmas dünyalar olmalı. Gerçi Güneş’e tam olarak benzeyen bir yıldız da bulamadık.”


18wot5b90pm1ejpgHAYAT İÇİN DÜNYA GİBİ SİLİKAT GEZEGENLERE BAKALIM

“Dünya’da az miktarda karbon olmasına rağmen, karbon elementi hayatın ortaya çıkması ve karbon-silikat döngüsü ile gezegenimizin ikliminin düzenlenmesiaçısından kritik rol oynuyor. Karbon bakımından zengin dünyaların hayata elverişli olup olmadığını ise bilmiyoruz. Şimdilik bunlar ölü gezegenlere benziyor, ama Dünya’dan biraz fazla karbon içeren dünyalarda su ve hayat olabilir.”
14 Haziran 2015 itibariyle galakside 1931 onaylanmış ötegezegen ve binlerce gezegen adayı bulunuyor. Peki bu gezegenlerin kaçı elmas dünya kategorisine giriyor?
Eskiden astronomlar bir yıldıza yüzeyinde sıvı su bulunacak kadar yakın olan bütün kayalık gezegenlerin hayata elverişli olacağını düşünüyordu. Bunlar güneşe suyun buharlaşmayacağı kadar uzak ama donmayacağı kadar yakın gezegenlerdi. Karbon gezegenlerin bir kısmı da güneşe uygun uzaklıkta ama bir damla su bile içermiyor.


6a00d8341bf67c53ef015391e20595970b-800wiGÜNEŞ BENZERİ YILDIZLAR NE KADAR KARBON İÇERİYOR?

Astronomlar kayalık ötegezegenlerin tıpkı Dünya gibi büyük oranda demir, oksijen, magnezyum ve silikondan oluştuğunu, buna ek olarak da az miktarda karbon içerdiğini düşünüyor.
Karbon bakımından zengin gezegenlerde ise toplam kütlenin yüzde 0,65 ila yüzde 75’i oranında karbon bulunuyor. Karşılaştırma yapacak olursak Dünya’da yalnızca binde 5 oranında karbon var ve bu, gezegende 30 milyondan fazla canlı türünün ortaya çıkmasına yeterli oldu.


cold_fire_1024x768UZAYDA GEZEGEN AVI

Moriarty, Madhusudhan ve Fischer karbon gezegenlerin Evren’de ne kadar yaygın olduğunu görmek amacıyla ötedünyaların kimyasal bileşimini gösteren bir matematik modeli geliştirdiler.
Önceki modeller yeni oluşan ve henüz gezegen doğurmamış olan yıldız sistemlerine ait gaz ve toz bulutu fotoğraflarına dayanıyordu. Astronomlar fotoğrafları bilgisayar simülasyonuna yüklüyor ve gezegenlerin zamanla nasıl oluşacağını araştırıyordu.
Detaylı yeni modelden yararlanan astrofizikçiler ise yüzde 0,8’den yüksek oranda karbon içeren protogezegensel disklerdeki (gezegen öncesi diskler) elmas dünyaların ana yıldıza sanılandan çok daha yakın mesafelerde oluşabileceğini gösterdi.


1405950648382_wps_4_Cosmic_seascape_on_an_aliKARBON DÜNYALAR FAZLA, KAYALIK DÜNYALAR AZ

Araştırmacılar yüzde 0,65 oranında karbon içeren yıldız sistemlerinde de karbon dünyalar oluşabileceğini ortaya çıkardı. Oysa bu sonuç karbon gezegen sayısını artırmakla birlikte karbon dünyalarda hayat olduğu ihtimalini güçlendirmiyordu.
Çünkü nispeten az miktarda karbon içeren dünyalar yalnızca güneşe uzak dış yörüngelerde oluşabiliyordu ve bunlar su içerse bile donmuş ölü dünyalardı. Bu durumda araştırmanın sonucu belliydi:
Karbon dünyalar yeni yıldız sistemlerinde kolayca oluşuyordu ve uzayda oldukça yaygındı. Samanyolu Galaksisi’nde yıldızlara hayata uygun mesafede milyarlarca elmas gezegen vardı, ama bunların büyük kısmında su ve hayat yoktu.


image_1527e-Early-EarthSUYUN KISA GEÇMİŞİ

Johnson’la ekibi elmas dünyaların sayısını hesaplamak üzere Güneş’le hemen hemen aynı oranda karbon ve oksijen içeren yıldızlar aradılar. Yıldızlarla gezegenler aynı gaz ve toz bulutundan oluştuğu için, yıldız atmosferindeki karbon oranı gezegenlerindeki karbon miktarını da gösteriyordu.
Örneğin Dünya’ya hayat veren Güneş, Evren’i doğuran büyük patlamadan ve önceki kuşak yıldızlardan arta kalan hidrojen, helyum, nitrojen, silikon, karbon ve oksijen atomlarını miras almış bulunuyor.


PEKİ BİZE BENZER SİSTEMLERDE SU NASIL OLUŞUYOR?

Johnson’ın belirttiği gibi bunlar Evren’de en yaygın olan 10 element arasında yer alıyor. Gezegen oluşum sürecini gösteren matematiksel modeller de işte burada devreye giriyor:
Bir güneş sisteminde su oluşması için, gezegenleri meydana getiren gaz ve toz diskinin güneşten uzak kesimlerinin hidrojenle oksijen bakımından zengin olması gerekiyor.
Böylece güneş sisteminin en uzak bölgelerinde hidrojenle oksijen birleşerek su moleküllerini ve dolayısıyla buzlu asteroitlerle kuyrukluyıldızları meydana getiriyor. Bu noktada güneş rüzgarı önemli bir rol oynuyor:


asteroid-impactSU İTHALATI

İç güneş sistemini etkisi altına alan güneş rüzgarı, hidrojen ve oksijeni birbirinden uzaklaştırarak dış kesimlere üflüyor. Kısacası iç gezegenler az su içeren kurak dünyalar olarak doğuyor ve suyu sonradan kazanıyor. Nasıl mı?
Bir anlamda güneş sisteminin kenarından su getirerek: Dış bölgelerde oluşan kuyrukluyıldızlarla asteroitlerin bir kısmı zamanla genç iç gezegenlerle çarpışıyor ve kayalık dünyalara su taşıyarak kurak havzaları okyanuslarla dolduruyor.


Earth_formationKARBON TABANLI SİSTEMLER ÖLÜ DÜNYALARLA DOLU

Johnson’la meslektaşları yeni matematik modelini test ettiklerinde yüzde 0,65 oranında karbon olan dış gezegenlerde su izine rastlamadılar. Güneş sisteminin dış kesimlerinde bile su molekülleri oluşmuyordu ve güneşten uzaktaki karbon dünyalarda bile su bulunması imkansızdı.
Bu sistemlerde su varsa bile bütün gezegenlerden uzaktaki en dış asteroit kuşağında var olmalıydı. Öyleyse karbon tabanlı güneş sistemleri hayata elverişli değildi. Elmas gezegenler de grafit tozuyla kaplı ölü dünyalardı.


dandurda_moonartSONUÇTA HAYATA ELVERİŞLİ GEZEGEN SAYISI AZ ÇIKTI

Son hesaplamalar, Samanyolu’nda en az 100 milyon hayata elverişli gezegen olduğunu gösteriyor. Bakterileri hesaba katarsak bu sayı çok daha fazla çıkıyor ama biz sadece Dünya’daki gibi kompleks hayata elverişli gezegenlerden bahsediyoruz, yani hayvanlarla bitkilerin yaşayabileceği gezegenler.
Ancak bu sayı toplam kayalık gezegen sayısı üzerinden hesaplandı ve buna elmas gezegenler de dahildi. Elmas gezegenleri saymazsak Samanyolu’nda Dünya benzeri hayata elverişli gezegenlerin sayısı azalıyor.
Yine de umudunuzu kaybetmeyin, çünkü yanlış saymış olabiliriz. Bugüne kadar keşfedilen yaklaşık 2000 gezegen istatistiki açıdan yetersiz olduğundan büyük ihtimalle yanlış saydık. 🙂

Kaynak : www.khosann.com